İletişim
Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbirinin Uygulanması

Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbirinin Uygulanması, bir koruma tedbiri olarak , uygulamada kamuoyunun, adaletin bir an önce gerçekleşmesi yönündeki beklentisini karşılamanın bir aracı haline dönüşmüştür.

5271 Sayılı CMK’ nun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesiyle 1412 sayılı CMUK yürürlükten kalkmıştır. Yeni kanun kişi özgürlüğü ve güvenliğini sağlamaya yönelik düzenlemelere yer vermiştir. Örneğin kişi özgürlüğünü teminat altına alan ve tutuklamaya alternatif olarak başvurulabilen adli kontrol tedbirleri kabul edilmiştir.

Yeni kanun ile tutuklama oranları ve tutuklu sayılarının azalması gerekirken uygulamada böyle olmamıştır. Tutuklama sıklıkla ve çoğu durumda şartları dahi oluşmaksızın başvurulan bir tedbir olmaya devam etmektedir.

Tutuklama ceza gibi ve aslında çoğu zaman cezadan daha ağır sonuçlar doğurabilen bir tedbirdir. Ceza gibidir, çünkü kişi özgürlüğünü sınırlandırır. Cezadan daha ağır sonuçlar doğurur, çünkü kişi özgürlüğünü henüz kişinin suçu sabit olmamışken kısıtlandırır. Ancak tutuklama asla bir ceza demek değildir. Zira suçluluğu kesin hüküm ile sabit oluncaya kadar, suçunu ikrar etmiş dahi olsa herkes masumdur.

Tutuklama da yargılamanın sağlıklı bir şekilde yapılması amacıyla sınırlı olarak uygulanmalıdır. Ancak günümüzde ne yazık ki, tutuklama çoğunlukla bir ön hapis cezası olarak uygulanmaktadır. Yargıçlar aslında davaları kendi siyasi ve ahlaki anlayışlarına göre karara bağlamakta ve ardından rasyonelleştirmek için uygun hukuki kurallar ile o kararı işlemektedirler.

Hukuk ve hakkaniyetten bağımsız olarak, kendi düşüncesine uyarak davanın en başından kararını veren ve bu sebeple verdiği karara uygun delilleri kabul eden, aksini reddeden mahkemelerin ‘ileride zaten ceza alacak’ düşüncesi ile henüz hükmedilmeyen cezanın tutuklama görünümü altında infazına başladıkları sıklıkla karşılaşılan bir hadisedir.

Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbirinin Uygulanması
Ceza Hukukunda Tutuklama Tedbirinin Uygulanması 9

A- Genel Olarak Tutuklama

1- Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama

Ceza muhakemesinde en önemli koruma tedbirlerinden biri olan tutuklama, hâkim kararıyla Anayasa ’da ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesiyle suç şüphesi altında bulunan kişinin henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kısıtlandırılmasıdır. Tutuklama bir ceza değil, bir tedbirdir.

Koruma tedbirleri, temel hak ve özgürlükleri sınırlandırıcı nitelikte oldukları için önem taşırlar ve yasayla düzenlenmeleri gerekir.[1] Bu sebepledir ki hukukumuzda da gerek Anayasamızda, gerekse 5271 sayılı CMK ve diğer iç mevzuatımızda tutuklama ile ilgili gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Tutuklama Anayasal güvence altına alınmış olan kişi özgürlüğüne Anayasanın 19. maddesi ile konulan en önemli kısıtlamadır. Anayasanın 19. maddesinde kişilerin ancak hakim kararı ile tutuklanabileceği hükme bağlanmıştır.

Kişi hürriyetinin kaldırılması ve özellikle tutuklama, keyfi olarak uygulandığından, kişi hürriyetini kaldıran her türlü tedbir ve bu arada tutuklama insan hakları için yüzyıllar boyunca insanlığın yaptığı savaşta büyük önem taşımıştır. Kişi hürriyetinin bugün Anayasalarla, milletlerarası sözleşmelerle teminat altına alınmasına çalışılmasının en önemli sebebi budur.[2]

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesinde “kimse keyfi olarak tutulamaz, alıkonulamaz veya sürülemez” denilerek tutuklamanın keyfi olamayacağını vurgulamaktadır. “Ayrıca koruma tedbirleri nitelik olarak geçicidir; nihayet hüküm kesinleşinceye kadar devam edebilirler.[3]

Geçicilik özelliği yanında delillerin ve delil süjelerinin muhafaza altına alınmasına yönelik tedbir oluşu sebebiyle, tutuklama asla bir ceza değildir. Tutuklamayı Ceza Yargılamasının amacına hizmet eden bir araç olarak değerlendirmek gerekir.[4]

Ancak tutuklama kurumunun sıkça kullanıldığı ülkemizde, uygulamada tutuklulukta geçen sürelerin çok uzun olduğu bir gerçektir. Çoğu zaman yalnızca iddianamenin düzenlenmesi ve sanıkların mahkeme önüne çıkarılması için bile yıllar geçmiş, tutuklulukta geçen süreler verilebilecek cezaların tavanını aşmıştır. Nitekim yalnızca tahliye olabilmek için mahkûmiyet kararını temyiz etmeyen sanıklar olmuştur.

Uzun süre tutuklu kalmış sanık hakkında hüküm kurmak da zor olmaktadır. Çünkü bu durum yargıçlarda beraat kararı verdikleri takdirde, sanığın bunca zaman tutuklu kalmasını nasıl açıklayabilecekleri konusunda bir takım endişelerin doğmasına ve bu da kararın verilecek kararı gölgelemesine neden olmaktadır. Aslında geçici bir koruma önlemi olan tutuklama, kişi özgürlüğünü peşinen sınırlayan bir ceza niteliğini kazanmıştır.

Tutuklamada geçen sürenin, makul olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5 inci maddesinde de öngörülmüş bir temel ilkedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı kararlarında görüldüğü gibi, tutukluluğun bu makul süreyi aşması, tazminat ödenmesini gerektirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararların, tüm Avrupa ülkelerince göz önünde tutularak, kanunlarında gerekli değişikliklerin yapıldığı bilinmektedir. İç hukukumuzda tutuklama bu hüküm ışığında düzenlenmiştir.

Bir kimsenin suç işlediğinden şüphelenmek için yahut bir suç işlemesine veya suç işledikten sonra kaçmasına engel olmanın zorunlu olduğuna inanmak için makul sebepler, yetkili hâkim önüne çıkarılmak üzere yakalanmasına ve hürriyetinden yoksun kılınmasına imkân vermiş, (AİHS m.5.1.c)

Yakalanan kişinin derhal hâkim önüne çıkarılmasını istemiş, (AİHS m.5.3)

Tutukluların makul bir süre içinde yargılanma veya salıverilme hakları olduğunu belirtmiş, (AİHS m.5.3)

Yakalananların ve tutukluların yakalama ve tutuklanmasının kanunsuzluğunu iddia ederek salıverilmelerini mahkemeden isteyebileceklerini, (AİHS m.5.4)

Beşinci maddeye aykırı olarak yakalanan veya tutuklananların tazminat istemeye haklarının olduğunu, (AİHS m.5.5) açıklamıştır.

Anayasamız ise; yetkili Hâkim önüne çıkarılmak amacı ile yapılan yakalamayı düzenlemekle yetinmemiş, 19. maddede Hâkimin tutuklama kararı vermesini düzenlemiş ve bunun da amaçlarını belirtmiştir.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirtiler bulunan kişiler, kaçmayı veya delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde hâkim kararı ile tutuklanabileceğini belirtmiştir.

Tutuklama süresi ve son değişiklik

Tutuklama CMK md. 102’ye göre, Ağır Ceza Mahkemesinin görevine girmeyen işlerde en çok 1 yıldır. Bu süre zorunlu hallerde gerekçe gösterilerek 6 ay daha uzatılabilir. Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok 2 yıldır. Zorunlu hallerde bu sürenin de toplam 3 yılı geçememek kaydıyla uzatılması mümkündür. CMK md. 252/2’ye göre; “250. maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde öngörülen suçlar bakımından Kanunda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” amir hükmü bulunmaktadır.

Kimi hukukçulara göre md. 102, tutukluluk süresini toplamda 3 yıla kadar uzatabilirken bazı hukukçular bunun kanunda kesin bir dille anlatıldığını belirterek toplam tutukluluk süresinin 5 yıla kadar çıkarılabileceğini dile getiriyor.

Ağırlıklı görüşe göre ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi 2+1 şeklinde değil, 2+3 şeklinde düzenlenmektedir. Yani esas itibariyle tutukluluk süresi 5 yıla kadar, özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemelerin görev alanına giren suçlarda ise iki katına çıkarılmaktadır. Yani iki yıllık süre 4 yıla, üç yıllık ek süre de 6 yıla çıkarılmakta ve tutukluluk süresi 10 yılı bulmakta hatta aşmaktadır.

5320 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun Madde 12’ye göre; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 102. maddesi, aynı Kanunun 250. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yazılı suçlar ile ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlar bakımından, 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girer.

Bu süre zarfında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 110 uncu maddesinin uygulanmasına devam olunur.(1)” Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutukluluk süresini belirleyen 102. maddesinin 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 250. maddesi kapsamındaki örgütlü suçlarda tutukluluk süresinin en fazla 10 yıl olabileceğine hükmetmiştir.

2- Tutuklamanın Niteliği ve Amacı

Tutuklama, bir ceza olmayıp delillerin karartılmasını, şüpheli veya sanığın kaçmasını önlemek maksadıyla zorunlu hallerde uygulanabilen bir önlemdir ve zorunluluğun gerektiği ölçüde kullanılması gerekir.[5] Yani tutuklama ihtiyari bir koruma tedbiridir. Tutuklama zorunluluğu yoktur.

Tutuklama, suçlu olduğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan, ancak suç işlediği şüphesi kuvvetle muhtemel olan kişinin özgürlüğünün geçici olarak kaldırılması, kısıtlanmasıdır. Bu kısıtlama kararı soruşturma aşamasında özgürlükler hâkimi olarak nitelenen Sulh Ceza Hâkimi tarafından, kovuşturma aşamasında ise Mahkeme tarafından verilir.[6]

Ceza muhakemesinde delillerin muhafazasını, sanığın kaçmasının önlenmesini ve böylece muhakeme sonunda verilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilmesini sağlamaya yönelik geçici nitelikte bir araç ve aynı zamanda koruma tedbiri olan tutuklama kurumu “kişisellik, orantılılık” ve “görünüşte haklılık” ilkelerine bağlıdır.[7]

Tutuklama bir araçtır. Tutuklamanın amacı yargılamayı kolaylaştırmak ve eğer sanık mahkûm olursa cezanın infazını sağlamaktır. Tutuklamanın orantılı olması esastır ki bu durum CMK md.100/1, 2. c’de açıkça belirtilmiştir. Buna göre; “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.”

Tutuklama geçici nitelikte bir koruma tedbiridir. CMK md. 102’de düzenlendiği üzere tutuklama belirli bir süreyle sınırlandırılarak geçicilik özelliği vurgulanmıştır. Şöyle ki; tutukluluk süresi Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına girmeyen işlerde en çok 1 yıldır. Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren suçlarda ise tutukluluk süresi en çok 2 yıldır. Zorunlu hallerde bu süre gerekçesi gösterilmek üzere tutukluluk süresi dahil olarak 3 yıl olabilmektedir.

3- Tutuklama Tedbirinin Ceza Muhakemesi Kanunu’ ndaki Yeri

Yukarıda belirtilen orantılılık ilkesinin doğal sonucu olarak, tutuklama istisnai ve nihai bir koruma tedbiridir. Tutuklamanın nihai olması, onun en ağır koruma tedbiri olmasını ifade eder. İstisnailik ise, öncelikle daha hafif koruma tedbirlerinin gözden geçirilmesini ifade eder.

Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) tasarısında koruma tedbirleri hafiften ağıra doğru bir sıralama ile ve özellikle tutuklama, adli kontrol tedbirinden sonra yer aldığı halde, yasada daha önce yer almıştır. Üstelik adli kontrol uygulaması sınırlanarak alanı daraltılmış, böylece tutuklama kurumuna tekrar asli koruma tedbiri niteliği kazandırılmıştır.[8]

B- Tutuklamanın Şartları

1-Tutuklamanın ön şartları

a- Gecikmede Tehlike

Tutuklama koruma tedbirini uygulayarak kişinin özgürlüğünün sınırlandırılabilmesi için, bu işlemin hemen yapılmasında zorunluluk bulunması, yani gecikme halinde tedbir ile elde edilecek amaca ulaşılamayacak olması gerekir. Gecikmede tehlike şartının gerçekleşmiş kabul edilebilmesi için; tehlikenin mümkün olması yeterli değildir. Bu tehlikenin aynı zamanda muhtemel ve yakın bir tehlike olması gerekir.

b- Haklı Görünüş

Yapılacak ceza muhakemesi sonucunda kişi mahkûm olur veya beraat eder. Ancak yargılama yapılmadan, tüm tanıklar mahkeme huzurunda dinlenilmeden ve deliller tartışılmadan şüpheli veya sanığın cezalandırılacağı ya da beraat edip etmeyeceği bilinemez. Bu sebeple tutuklanmanın aranması için haklı olmanın aranmasına gerek yoktur, işin doğası gereği buna olanak da yoktur.

Tutuklama kararı verirken, görünüşte haklılık ile yetinilecek, yani ihtimal üzerine hareket edilecektir. Haklı görünüş hakkında tedbire başvuran makam tarafından bir değerlendirme yapılmalıdır. Ancak genel olarak haklı görünüşün önemsenmeyip, varsayım esası dikkate alınmaktadır.

c- Ölçülülük

Koruma tedbirine karar verilirken veya bu tedbirler uygulanırken dikkat edilmesi gereken, koruma tedbirlerine karar vermekle elde edilecek yarar ile bu surette ortaya çıkacak zarar arasında makul akla uygun bir ölçünün bulunmasıdır. Başka bir deyişle, seçilen araç hedeflenen gayeyi gerçekleştirmeye elverişli ise, yani o aracın yardımı ile gerçekleşmesinden korkulan tehlikenin yöneldiği hukuksal değer etkin bir şekilde korunabiliyorsa, isabetli bir araç seçilmiş demektir.

Bir koruma tedbiri amacı sağlamaya ne kadar elverişli ise, ölçülülük ilkesi o oranda mevcut demektir. Amacı gerçekleştirmek için gerekenden daha ağır koruma tedbirleri tedbir niteliğinden uzaklaşarak ceza niteliğine bürünürler. Ölçülülük ilkesi nihayet, bir hukuk devletinde var olan aşırılılık yasağının bir yansıması olarak tarif edilebilir.

CMK’da ölçülülük, bir başka deyişle oranlılık şartını düzenleyen hükümler açıkça mevcuttur. CMK m.100/1-2. cümlede; ‘ İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.’ Şeklindeki düzenleme ile ölçülülük ilkesi açık bir şekilde kaleme alınmıştır.

Yine CMK m.100/4’te öngörülen tutuklama yasağı da ölçülülük ilkesinin bir sonucu olarak kanuna yansımıştır. Maddeye göre; ‘sadece adli para cezasını gerektiren ve hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.’ Bu fıkra ile kanuni bir ölçülülük hali öngörülmüş olup; emredici bir tutuklama yasağına yer verilmiştir.

Uygulamada, bu tutuklama sebeplerinin var olup olmadığı her zaman ciddi bir araştırma konusu yapılmamakta ve kolayca tutuklama kararı verilebilmektedir. Tutuklama kararlarının gerekçesiz olması bu uygulamayı daha da vahim hale sokmaktadır. Bu nedenle 5271 sayılı CMK, tutuklama kararları dahil tüm Hâkim ve Mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını hüküm altına almıştır. Aslında bu aynı zamanda anayasal bir zorunluluktur. (CMK m. 34 )

2- Tutuklamanın Genel Şartları

Tutuklama keyfi uygulanabilecek bir tedbir değildir. Tutuklama bundandır ki kanunda şarta bağlanmıştır. CMK md.100 bu hususu açık bir şekilde düzenlemiştir. Buna göre tutuklama kararı verilebilmesi için en önce kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeninin varlığı aranmıştır. Öyleyse burada da bir öncelik söz konusu olacaksa bu öncelik kuvvetli suç şüphesinin varlığına verilmelidir. Ortada olası bir suç ve bu suçun bir şüphelisi/sanığı yoksa tutuklama nedenlerinin de varlığından söz edilemez.

a. Kuvvetli suç şüphesinin varlığı[9]

Şüphelinin veya sanığın, suçu işlediği konusundaki basit ve olguya dayanmayan soyut şüphe, tutuklama kararının verilebilmesi için yeterli değildir. Tutuklama kararı verilebilmesi için, tutuklamanın talep edildiği andaki delillere göre, kişinin fail veya suç ortağı olarak bir suçu işlediği konusundaki ihtimal büyük olmalıdır. Öyle ki, burada kamu davası açılması için aranandan daha kuvvetli bir şüphe aranmalıdır. Dikkat edilmelidir ki, tutuklama, kişi özgürlüğünü ortadan kaldıran çok ağır bir önlem olduğundan, kamu davasının açılması için bile yeterli şüpheyi kâfi gören yasa koyucu, burada kuvvetli şüphe bulunmasını aramıştır.

Şüphe konusunda AHİM’de açıklayıcı ve önemli bir karar vererek bu konunun öneminin belirtmiştir. Buna göre Şüphenin, ceza davasını açmayı gerektirecek bir yoğunluğa ulaşması ve söz konusu kişiyi doğrudan suçla ilişkilendirilecek fiillere ait kanıt, belge veya bu tür adli bulguların olması gerekliliği vurgulandıktan sonra suç işlendiğine gösterge olarak ne kadar güvenilir olursa olsun duygu, içgüdü, varsayım ya da önyargılara dayandırılan bir gerekçeyle özgürlükten mahrumiyetin gerçekleştirilmesini örneğin kişinin geçmişte benzer suç işlemiş olması şüphe için yeterli olmadığından hukuka uygun olmadığını karara bağlamıştır. (Fox, Campbell ve Hartley-İngiltere’ye karşı, 30.08.1990)[10]

b. Tutuklama nedeninin varlığı

Kanunumuza göre tutuklama kararı verebilmek için sadece kuvvetli şüphenin bulunması yetmez; kanunda gösterilen tutuklama sebeplerinden en az birinin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Burada kanun, olayın gerçekleştiğine ilişkin emareleri değil, olayın kendisini aramaktadır. Tutuklama nedenleri CMK md. 100/2’de sayılmıştır. Buna göre; aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa,

Şüpheli veya sanığın davranışları;

Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

hususlarında kuvvetli şüphe oluşturması hallerinde tutuklama nedeni vardır.

ba- Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular;

Buradaki şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesi konusunda kanun somut olgu kavramını kullanarak burada da Ceza hukukumuzdaki temel ilkelerden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi doğrultusunda bir düzenleme yapmıştır.

bb- Şüpheli veya sanığın davranışları;

-Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesi:

Suç delillerinin korunması amacıyla tutuklama kararı verilebilir. Doğal olarak bu hususta da somut vakıalar aranmalıdır. Sanığın delillere zarar vereceği soyut düşüncesiyle, bu koşulun gerçekleştiği kabul edilemez. Şüpheli veya sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmeye çalıştığı hususunda kuvvetli suç şüphesinin oluşması gerekir.[11]

-Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma şüphesi:

Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunulması da bir tutuklama sebebidir. Bu girişimin önlenmesi için gerekli olduğunda tutuklama kararı verilebilir. Bu halde de soyut baskı girişimi ihtimali yeterli olamaz.

Somut vakıalara dayalı kuvvetli şüphenin doğması asıldır. Şüphelinin veya sanığın mağdurla veya tanıkla konuşmaya çalışması, hatta suç ortakları ile görüşerek suçu tamamen üstlenmesini istemesi, suçtan zarar göreni yasaya uygun olmayan şekilde uzlaşmaya zorlaması gibi davranışlar buna örnek gösterilebilir.[12]

TUTUKLAMA SEBEBİ VARSAYILAN KATALOG SUÇLAR:

Kanun CMK md. 100/3’de saymış olduğu bazı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeninin var sayılabileceğini belirtmiştir. Ancak belirtildiği üzere bu suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı tutuklama kararı için yeterli değildir. Bu durumda sadece, tutuklama nedeni var sayılabilir.

Oysa tutuklama kararı verilebilmesi için tutuklama nedeninin yanı sıra, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunmalıdır. Kanuna göre aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama neden var sayılabilir:

a- 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),

2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

3. (Ek:6.12.2006- 5560/17 m.) Silahla İşlenmiş kasten yaralama(madde 86, fıkra3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama(madde 87),

4. İşkence (madde 94, 95),

5. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),

6. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

7. (Ek:6.12.2006- 5560/17 m.) Hırsızlık( madde 141, 142) ve yağma(madde 148, 149),

8. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),

9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),

10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (md. 302, 303, 304, 307, 308),

11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

b- 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.

c- 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.

d- 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.

e- 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.

f- 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.

Ancak bu sayılan hallerde bile, kanun koyucu katalogda yer alan suçlardan birinin söz konusu olması ile yetinmemiş, bunlardan birinin işlendiği yolunda kuvvetli şüphe sebebi yani kuvvetli delil aramıştır.

TUTUKLAMA KARARI VERİLEMEYEN DURUMLAR:

Ceza Muhakemesi Kanunu md. 100/ 4’e göre; şüpheli veya sanığa yüklenen, sadece adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez. Buna göre, tutuklama talebini değerlendiren hâkim, şüpheli veya sanığa yüklenen suçu dikkatlice belirlemek zorundadır.

Şayet hapis cezasının üst sınırı 1 yıl ve daha altında ya da sadece adli para cezasını gerektirdiği anlaşılıyorsa tutuklama nedenlerinin varlığını araştırarak zaman kaybedilmemelidir. Kaldı ki, tutuklama talebinde bulunan Cumhuriyet Savcısının da talebi bu yönde olmalıdır.

ÇOCUK KORUMA KANUNUNDA TUTUKLAMA YASAĞI:

5395 Sayılı ÇKK’da tutuklama yasağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmiştir. ÇKK m.21’e göre; ‘On beş yaşını doldurmamış çocuklar hakkında üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerde dolayı tutuklama kararı verilemez.’ Tutukluluk süreleri bakımından çocuk şüpheli ve sanıklar CMK m. 102’de yer alan hükümlere tabi olacaklardır.

ÇKK m.21 uyarınca on beş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından öngörülen tutuklama yasağının söz konusu olabilmesi için, çocuğun suçu işlediği tarihteki yaşı mı yoksa tutuklama kararının verileceği tarihteki yaşı mı dikkate alınacağı hususu tartışmalıdır. Maddede veya madde gerekçesinde bu konuda bir açıklık bulunmamaktadır. Söz konusu maddenin uygulanması bakımından suçun işlendiği tarihteki yaş göz önünde bulundurulmalıdır.

Gerçekten de aksi bir yorum, 15 yaşında suçu işleyen ve fakat suçu işlemesinde kısa bir süre sonra 15 yaşını dolduran çocuğun tutuklanması ile sonuçlanacak ve bu da eşitliğe aykırı uygulamaların doğmasına sebebiyet verecektir.

Uygulamada doğacak başka bir sorun da çocuğun üzerine atılı birden fazla suç olması halinde tutuklama yasağına ilişkin bu beş yıllık sürecin nasıl hesaplanacağı hususudur. Böyle bir durumda maddede öngörülen beş yıllık sınırın her suç için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Aksi bir uygulama ile atılı suçların gerektirdiği cezalar toplanma suretiyle tutuklama yoluna gidilmemelidir.

C- Avrupa İnsan Hakları Mevzuatına Göre Özgürlük, Güvenlik Hakkı Ve Tutuklama

AİHS 5. maddesinde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı düzenlenmiştir. Maddeye göre;

AHİS md. 5; 1. Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğe hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.

a. Kişinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne uygun olarak hapsedilmesi;

b. Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için usulüne uygun olarak yakalanması veya tutuklu durumunda bulundurulması;

c. Bir suç işlediği yönünde geçerli şüphe bulunan veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla, bir kimsenin yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulu durumda bulundurulması;

d. Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulu durumda bulundurulması veya kendisinin yetkili mercii önüne çıkarılması için usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması;

e. Bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulması;

f. Bir kişinin usulüne aykırı surette ülkeye girmekten alıkonulmasını veya kendisi hakkında sınır dışı etme ya da geri verme işleminin yürütülmekte olması nedeni ile usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulu durumda bulundurulması;

2. Yakalanan her kişiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir.

3. Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir yargıç veya adli görev yapmaya yasa ile yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanma veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır.

4. Yakalama veya tutulu durumda bulunma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.

5. Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutulu kalma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır.

Maddede belirtilen “ usulü dairesinde”, “ kanuna uygun olarak”, “kanuna uygun” deyimlerinin karşılığı olmak üzere İngilizce metinde “ Lawful” kelimesi kullanılmış, bu kelimenin Türkçe karşılığı 1. fıkranın f bendinde bir hata sonucu yer almamış, bu hususun eksiklik olduğu, sözleşme okunurken bu hususun da göz önüne alınması gerekmektedir.[13]

Söz konusu maddenin 1. Fıkrasında kişi özgürlüğü ve özgürlükten mahrumiyet konuları düzenlenmiştir. Özgürlükten mahrumiyet esas itibariyle yasaklanmış fakat bunun istisnaları olarak da bazı zorunlu durumlara değinilmiştir. Özgürlük hakkı kapsamında kişinin fiziksel özgürlüğü ifade edilmekte ve kişinin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılmaması durumu bulunmaktadır. Bu hak herkes için geçerli olup çocuk, ergin, tutuklu veya serbest kişi, hasta ya da sağlıklı, vatandaş ya da yabancı herkesi kapsamaktadır.

AİHS’nin 5. maddesinde belirtilen güvenceler üç başlık altında incelenebilir. Bunlardan birincisi kişi özgürlüğüne istisna getiren kısıtlamaların hukuk güvencesine bağlanması, yani işlemin hukuka uygunluğunun sağlanması, bu şekilde keyfiliğin önlenmesinin amaçlanması; diğer bir güvence istisnaların maddede sınırlı bir şekilde sayılması hususu; diğer bir güvence ise özgürlüğü kısıtlanan bireye maddede tanınan haklardır.

Kişinin özgürlüğü kısıtlanırken mevzuatın öngördüğü yöntemin işlemesinin sağlanması gerekmektedir. İşlemin tüm yönleri ile var olan hukuk kurallarına uygun olması baş koşullardan biridir. AİHM bu yöndeki başvuruları incelerken öncelikle kişinin özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik işlemin, iç hukuka uygun olup olmadığını incelemekte, iç hukuka aykırılık bulunduğu takdirde 5.maddenin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır.

AİHM’ne göre kişinin usulü dairesinde özgürlüğünden yoksun bırakılması işleminde hem şekil hem de esasa ilişkin kuralların birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkemeye göre amaç bireyi özgürlük kısıtlanmasında keyfiliğe karşı korumak olup kişinin amaca uygun olarak ve usulü dairesince özgürlüğünden yoksun kılınması gerekmektedir.

AİHM özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden birçok karar vermiş ve bu konuda içtihat hukuku oluşturmuştur. Özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden ilk ilke, özgürlük karinesidir. Önemli olan yargılamanın kişilerin özgürlüklerinin kısıtlamadan yapılmasıdır. Bu ilke aynı zamanda özgürlüğün mutlak suretle gerekenden daha uzun süre kısıtlanmaması kuralını da içermektedir.

Kişinin özgürlüğünün kısıtlanması durumunda kısıtlamanın sürdürülmesi için hukuksal nedenlerin bu kısıtlamanın sürdürüldüğü sürece geçerli olması gerekmektedir yani ilk bakışta özgürlük kısıtlamasının hukuka uygun olması bu kısıtlamanın daha sonraki aşamalarda devamı için yeterli değildir. Özgürlük kısıtlamasının nedenlerinin özgürlük kısıtlandığı sürece bulunması gerekmektedir. Bu konuda AİHM, birçok karar vermiştir. Özellikle Fransa’ya karşı Quinn kararında bu konuda içtihat oluşacak şekilde karar vermiştir. Bu karara konu olayda başvurucu mahkemece tahliye edildiği halde cezaevinden 11 saat sonra tahliye edilmiştir. Bu 11 saatlik süre içinde kişinin alıkoyulma hali devam etmiştir.

Mahkeme başvuru sonucunda mahkemece bir kişinin tahliyesine karar verildiğinde tahliyenin yerine getirilmesi için bazı resmi işlemlerin tamamlanması açısından alıkoyma halinin makul bir süre daha devam edebileceği ancak bu sürenin kısa olması gerektiği, 11 saatlik sürenin ise makul süre olmadığını belirterek ihlal kararı vermiştir.

Alıkoyma halinin devamı için, ulusal makamların her kararında yeterli ve 5. maddesi uygun gerekçe göstermeleri gerekmektedir. Kişilerin özgürlüklerinden mahrum edilmeleri için bazı koşullar gerekmektedir bunun için ilk şart kişinin suç işlediğine dair makul şüphenin varlığıdır.

Makul şüphe objektif olarak mevcut somut olayda o anki delillerle özgürlüğü kısıtlanan kişinin o suçu işlediğine dair akla uygun şüphedir. Burada kesinlik aramamaktadır. Kişinin suç işlediğine dair nesnel bir şüphe yeterlidir. Yakalama ve alıkoymanın yetkili yasal bir merciye hakkında şüphe olan kişinin teslimi için gerekmektedir. Bu yakalamanın 5. maddesinin uygulanması için aynı zamanda suçun ceza kanunu anlamında bir yaptırıma uğrama ihtimalinin olması gerekmektedir.

Ceza normu olmayan bir hüküm dolayısıyla yakalama ve alıkoyma 5. madde hükümlerine aykırı olur. (Macovei,2003,26). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişinin yakalandıktan sonra tutuklanması için kaçma tehlikesinin bulunması veya suç işlemeye devam etme riskinin bulunması yanında ,delillerin yok edilmesi veya karartılması durumlarının var olması gerektiğini karara bağlamıştır (Ringeisen- Avusturya’ya karşı, 16.6.1971).

Geçmişte, kişinin kendisine bir suç isnat edilmesini takiben kaçmış olduğu durumlarda, takibatın sürdürülebilmesi için kişinin bir başka ülkeye iadesinin gerektiği hallerde (Punzelt- Çek Cumhuriyeti’ne karşı, 25.4.2000), net bir şekilde alıkonulmaktan kaçmak söz konusu ise belirli kaçma planlarının tespit edildiği hallerde ( Mantznetter- Avusturya’’a karşı, 10.11.1969), kişinin kaçmasını kolaylaştıracak şekilde bir başka ülkeyle bağlantıların olduğu durumlarda, bir kaçma riskinden söz edilebilir.

Herhangi bir özgürlükten mahrumiyet tedbirinin sürdürülmesinde tek gerekçenin, kişinin kaçması riski olması halinde AİHM 5. Madde üçüncü paragrafının son cümlesine göre; kişinin salıverilmesi duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlamak mümkün olduğunda, söz konusu kişinin teminatla serbest bırakılması gerektiğini vurgulamıştır.[14]

Sanığın kaçaklığı durumu, gaiplik durumu ve sanığın yokluğu durumları ile karıştırılmamalıdır. Bulunduğu yeri, muhakemeyi sonuçsuz bırakmak için sürekli yer değiştiren sanık kaçaktır. Buna karşılık, böyle bir amaç olmaksızın seyahate çıkan kişi kaçak değildir. Bir ülkede yetkili makamlara bildirimde bulunmadan yaşayan veya yanlış bir isimle yaşayan kişi kaçaktır.

Sanığın kaçma hazırlıkları yapması, örneğin sahte kimlikle ev kiralaması, bulunduğu yerin devlet sınırına yakınlığı, sanığın derin suskunluğu, yanında büyük miktarda paraları (döviz) nakit olarak bulundurması veya yurt dışına çıkarmaya çalışması, yurt içindeki ilişkilerine önem vermeyip yurt dışındaki ilişkileri arttırması, yabancı dil bilmesi veya öğrenmeye çalışması, terör ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi suçları işlemiş olması onun kaçacağını gösteren belirtiler olarak değerlendirilmelidir. (Löwe/Rosenberg. 24. Auflage 4,&112,32,33,39; Karlsruher, Kommentar, & 112,20). Sanığın intihara teşebbüs etmesi veya uyuşturucu alarak kendisini muhakemeye katılamayacak duruma getirmesi gibi durumlar kaçma tehlikesi olarak değerlendirilemeyip, bu tür durumlarda tutuklama işlemi yapılamaz.[15]

-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Tutuklama İle İlgili Örnek Kararları

1- Yağcı-Sargın/ Türkiye Davası

(6/1994/453/533-534) Strazburg 8 Haziran 1995 Dava, sözleşmenin 32. Maddesi’nin 1. fıkrası ve 47. Maddesinde öngörülen üç aylık süre içinde, 11 Mart 1994 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (“Komisyon”) tarafından Mahkememize sunulmuştur. İki Türk vatandaşı olan Sn. Nabi Yağcı ve Sn. Nihat Sargın tarafından 6 Şubat 1990 tarihinde Madde 25 kapsamında Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Komisyon’ a sunulmuş olan iki başvuruya (No. 16419790 ve 16426/90) dayanmaktadır. Komisyon’ un talebi 44. ve 48. Maddeler ile Türkiye’nin Mahkemenin zorunlu salahiyetini tanıdığı bildirgeye (Madde 46) ilişkindir.

Talebin amacı davaya ilişkin gerçeklerin, davalı Devlet tarafından Sözleşmenin 5. Maddesinin 3. fıkrası ve 6. maddesinin 1. fıkrası kapsamındaki yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin bir kararın verilmesidir. Bir gazeteci olan Bay Yağcı ile bir doktor olan Bay Sargın sırasıyla Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreterleri idiler. Ekim 1987 tarihinde Brüksel’deki bir basın toplantısında Türkiye Birleşik Komünist Partisini (TBKP) kurmak ve kanunlar dahilinde organizasyon ve siyasi faaliyetlerini geliştirmek için Türkiye’ye dönme niyetlerini açıklamışlardır. 18 Kasım 1987 tarihinde Ankara’ya geldiklerinde uçaktan inerken yakalanarak polis tarafından gözaltına alınmışlardır.

4 Aralık tarihinde Cumhuriyet Savcılığı Mahkemeye çıkarılmak üzere tutuklanmaları için Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesine başvurmuştur. 5 Aralıkta Mahkeme Hâkimi kuvvetli suç unsuru delili gerekçesiyle ve sanıkların dinlenmesi neticesinde bu yönde bir karar vermiştir.

Savcı, amacı, belli bir sosyal zümre hakimiyetinin kurulması ve bu yönde propaganda yapılması ve anayasa tarafından güvence altına alınmış hakların yok edilmesi; halk arasında düşmanlık ve nefretin teşvik edilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı ve Hükümeti’nin itibarının zedelenmesine yönelik hareketleri (Türk Ceza Kanunu’ nun 140, 141/1, 142/1-6, 142/3-6, 158, 159, 311 ve 312. maddeleri) olan bir örgütün liderliğini yapanları suçlamıştır.

Bu suçlar ayrıca Hükümet’ in otoritesine karşı bir saldırı olarak da nitelendirilmiş ve ciddi suçlar olarak sınıflandırılmıştır. 10 Aralık 1987 tarihinde başvuranların avukatları karara karşı çıkmış ancak, bu karar 16 Aralık tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından oybirliği ile onanmıştır. 11 Mart 1988 tarihinde savcılık Sn. Yağcı ve Sn. Sargın’ ın yanı sıra 14 kişi hakkında takibat başlatmıştır.

Yargılamaya 8 Haziran 1988 tarihinde başlanmış ve 48 duruşma yapılmıştır. Dava dosyası 40 dosyadan oluşmuştur. Davalılar duruşma öncesinde veya seyrinde atanmış olan 400 avukat tarafından temsil edilmiştir. Anılan davada yargılama 4 yıl 8 ay sürmüştür.

Hükümetçe sanık sayısının çokluğu (16 sanık), dosyanın kapsamı, çok sayıda avukatla savunulmuş olması, avukatların güvenlik tedbirlerini protesto ederek mahkemece verilen mehillere uymayarak davanın uzamasına sebebiyet verdikleri yönündeki savunmalar yeterli görülmeyerek, sonuçta 6/1 maddenin ihlal edildiği tespit edilmiştir.[16]

2- Mansur/ Türkiye DavasıI

(14/1994/461/542) Strazburg 8 Haziran 1995

Dava, Sözleşmenin 32. Maddesi’nin 1. Fıkrası ve 47. Maddesinde öngörülen üç aylık süre içinde, 15 Nisan 1994 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (“Komisyon”) tarafından Mahkememize sunulmuştur. Türk vatandaşı olan Bay Sadi Mansur tarafından 23 Kasım 1989 tarihinde Madde 25 kapsamında Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Komisyon’ a sunulmuş olan bir başvuruya (No. 16026/90) dayanmaktadır. Komisyon’ un talebi 44. ve 48. maddeler ile Türkiye’nin Mahkemenin zorunlu yetkisini tanıdığı bildirgeye (Madde 46) ilişkindir.

Talebin amacı davaya ilişkin gerçeklerin, davalı Devlet tarafından Sözleşmenin 5. maddesinin 3. fıkrası ve 6. maddesinin 1. fıkrası kapsamındaki yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin bir kararın verilmesidir. Mahkeme A İçtüzüğünün 33. Maddesinin 3(d) Fıkrası uyarınca yapılmış olan soruşturmaya cevaben başvuran, adli takibata katılmak istediğini ve kendisini temsil edecek avukatı vekil tayin ettiğini bildirmiştir (Madde 30). Bu davaya konu olayda İran vatandaşı iken sonradan Türk vatandaşı olan başvuran, uyuşturucu ithal etmekten dolayı Yunan adli makamlarınca mahkum edilmiş ve cezası infaz edilmiştir.

Adı geçen hakkında gıyabında Türkiye’den Yunanistan’a uyuşturucu madde ihraç ettiği iddiasıyla 16.04.1984 tarihinde Edirne 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır. Türkiye’ye dönüşünde 01.11.1984 tarihinde İstanbul’da yakalanmasını müteakip, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ilk davadan habersiz Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ikinci bir dava açılmıştır. Her iki dava birbirinden habersiz olarak sürmüş, 06.05.1987 tarihinde 1. Ağır Ceza Mahkemesi’’de birleştirilmiş, 19.02.1991 tarihinde 30 yıl ağır hapse mahkum edilmiş, karar Yargıtay’ca 30.04.1991’de onanmıştır.

Başvuran bu süre içinde tutukludur. Tahliye istemleri her defasında benzer gerekçelerle reddedilmiştir. Ancak TCK.’ nın 403. maddesindeki ceza miktarını indiren 647 sayılı yasaya göre tahliye edilmiştir. Hükümet davanın karmaşık olduğunu ve delillerin ikmalindeki güçlük sebebi ile uzun zaman aldığını savunmuştur.

Divan aynı şehirde aynı sanık hakkında 2 ayrı davanın varlığının 3 yıl sonra fark edilmesini, yıllarca Yunanistan makamlarından istenen belgelerin çok önce T.C. Büyükelçiliği’ne teslim edildiğini, 1990 Temmuzunda Yunanistan’dan gelen analiz raporunun 1991 Şubat ayına kadar tercüme ettirilmediğini, daha sonra tercümesi istenen belgeler olmadan (itiraflar, adli tıp görüşüne dayalı) mahkumiyet kararı verildiğini belirterek, hükümet savunmasına itibar etmemiş ve sözleşmenin 6/1 maddesine aykırılığı tespit edilmiştir.[17]

3- Akyazı Davası

Somut olayda başvuran 26.11.1980 tarihinde tutuklanmış, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nce 24.08.1988 tarihinde TCK’ nın 146/1 maddesi ile 15 yıl ağır hapse mahkum olmuş, dosya üzerine önce Askeri Yargıtay’a (27.12.1993 T.3953 sayılı yasanın 2. Maddesi ile 1402 sayılı yasaya eklenen ek geçici maddesiyle sıkıyönetim mahkemelerinin görev ve yetkilerinin sona ermesiyle), 26.12.1994 tarihinde de Yargıtay’a gitmiş, 04.07.1995 tarihinde bozularak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş, 24.06.1997 tarihinde zamanaşımı ile ortadan kaldırılmıştır.

Yargılama 16 yıl 7 ay sürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti başvurudaki iddialara karşı yorum yapmamıştır. AİHM, gerek ilk derece yargılamasında gerekse temyiz süresindeki gecikmelere işaretle, sözleşmenin 6/1 maddesine aykırılığı tespit ederek tazminata hükmetmiştir.[18]

4- Zana Davası

Somut olayda başvuran, cezaevinde hükümlü iken Ağustos 1987’de gazetecilerle yaptığı röportajda, PKK terör örgütünü övmüş ve bu açıklamalar 30.08.1987 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır. Tahkikatta, hazırlık dosyası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yetkisizlikle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na, oradan aynı yer DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na, oradan da- açıklamayı askeri cezaevinde yaptığı ve asker statüsünde olduğu gerekçesiyle- aynı yer Askeri Savcılığına gönderilmiştir.

Dava TCK’ nın 312. maddesi sevki ile Diyarbakır Askeri Mahkemesinde açılmış, sanık mahkemenin görevli olmadığını belirterek savunma yapmayı reddetmiştir. Bu arada Eskişehir sivil cezaevine nakledilmiş, talimat üzerine Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı Mahkemesi’ndeki ilk duruşmaya açlık grevi yaparak katılmamış, bilahare katıldığı duruşmada mahkemenin görevsizliğini ileri sürerek savunma yapmamıştır. 18.04.1998 tarihinde, dosya görevsizlikle Diyarbakır DGM’ ye gönderildikten sonra talimat üzerine Aydın Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmasında Türkçe bildiği halde savunmasını kendi diliyle yapmakta ısrar etmesi üzerine mahkemece savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı kendisine ihtar edilmiş ve bu tutum tutanağa geçirilmiştir.

Sanığın 12 ay hapis cezası ile mahkumiyetine karar verildiği davada yargılama 3 yıl 11 ay sürmüştür. Divan özellikle yetkisizlik süreçlerinde geçen sürelerin uzunluğuna da dikkat çekerek sözleşmenin 6/1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiş ve tazminata hükmetmiştir.[19]

5- Mamedova V. Rusya Davası

“…devam etmekte olan tutukluluğunun yasallığını ve gerekçelendirilmesini inceleyen bölge ve asliye mahkemeleri, sürekli olarak başvuranın; • kaçma, • adalet sürecini engelleme • ya da yeniden suç işleme olasılığının değerlendirilmesi için • temel faktör olarak • suçlamaların ciddiyetini dayanak göstermiştir. “…Cezanın ciddiyetinin, kaçma ya da yeniden suç işleme riskinin değerlendirilmesinde ilgili bir unsur olmasına rağmen, özgürlükten mahrum bırakmaya devam etme gereğinin tamamen soyut bir bakış açısıyla, yalnızca suçun ciddiyeti göz önüne alınarak değerlendirilemez…” hükmü kurulmuştur.

6- R.Dinç/ Türkiye Davası

R.Dinç/Türkiye davasında Komisyon, adil yargılanma ekseninde davada makul sürenin, davanın bütünü göz önüne alınarak incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkemeye göre yargılama süresinin makullüğü, somut olayın özelliklerine bağlıdır.

Mahkeme davanın karmaşıklığı, davacı ve yetkili makamların tutum ve davranışlarını göz önüne alarak, makul süreyi değerlendirmektedir. Bu cümleden olmak üzere, bir davadaki belgelerin fazlalığı, başlı başına davanın karmaşık olduğunu göstermez. Bir suçla itham edilen kişinin adli makamlarla işbirliği yapması zorunlu değildir. Duruşmalara çok sayıda savunma avukatının katılması bir ölçüde davanın seyrini yavaşlatsa da bu durum, davanın uzamasının tek etkeni olarak kabul edilemez

7-Tomasi/ Fransa Davası

Tomasi/Fransa kararında AİHM terör sanığı Tomasi’nin karıştığı suçun ağır cezalık olmasının tutukluluğun uzamasını açıklayamayacağını, tutukluluk süresinin makul süreyi aşmasında günün koşullarının göz önüne alınması gerekliliğini, terörist bombalama olayının ilk günlerde tutukluluğu haklı kılabileceğini, sonra kamu düzeninde karışıklık tehlikesinin azalarak ortadan kalkacağını ifade etmiştir. Komisyon tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde tekil olayları genelde yedi ölçüye göre incelemektedir.

(1)Tutukluluğun gerçek uzunluğu kıstası gereğince sanık makul sürede yargılanma ve yargılama devam ederken salıverilme hakkına sahiptir. Bu nedenle hükmün açıklandığı tarihte süre bitecektir. (2)Suçun niteliği, öngörülen ve mahkumiyet halinde verilmesi beklenen ceza ile, verilebilecek cezanın infazından tutukluluk süresinin düşürülmesini sağlayan yasal hükümler bakımından süre göz önüne alındığında eğer, tutukluluk süresi mahkumiyet halinde verilmesi beklenen cezanın süresine çok yaklaşacak olursa, masumluk karinesi ilkesine tam uyulmamış olur.

(3)Tutuklu kişinin maddi, ahlaki ve diğer açılardan durumu (4)Sanık tavır ve tutumları ile soruşturma ve yargılamanın gecikmesine veya süratine katkıda bulunmuş mu; yargılanırken salıverilme, temyiz ve diğer hukuki yollara başvurması sonucu bir gecikmeye sebebiyet vermiş mi; kefaletle salıverilme isteminde bulunmuş mu? (5)Olayın soruşturulmasındaki güçlükler, vakaların karmaşıklığı, tanıkların ve şerik sanıkların sayısı, yurtdışından delil elde etme ihtiyacı.

(6)Soruşturmanın yürütülme tarzı, soruşturma makamlarının tavrı, bu makamların olayı ele alırken gösterdikleri özen ve soruşturmayı organize etme tarzları. (7)Yargısal makamların tavrı, yargılama sürerken salıverme talepleri için yapılan başvuruları ele alırken ve yargılamayı tamamlarken ileri sürdükleri gerekçeler.

Sonuç olarak; Ne yazık ki 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Ceza Muhakemesi Kanunu da tutuklamayı bir tür öne alınmış bir ceza gibi görme alışkanlığını değiştirememiştir. Özellikle katalog suçlar söz konusu olduğunda, tutuklamanın mecburi olduğu anlayışı uygulamaya yerleşmiş bulunmaktadır. 5560 sayılı CMK değişikliğiyle silahla kasten yaralama, neticesi yüzünden ağırlaşmış kasten yaralama ile hırsızlık ve yağma suçlarının da kataloga alınması bu yanlış anlayışın bir ürünüdür.

Yeni CMK Giyabi Tutuklamayı kaldırmış olmakla birlikte, onun yerine getirilen yakalama emri ile ilgili uygulama, önceki düzenlemeyi de aratır hale gelmiştir. Hala gelişigüzel ve basmakalıp gerekçelerle tutuklama kararı verilebilmekte; böylece verilen tutuklama kararlarına yapılan itirazlar da tek cümlelik ‘itiraz yerinde görülmemiştir’ biçimindeki gerekçelerle reddedilmektedir.

Yeni kanunda tutuklama ile ilgili köklü değişiklikler olmuş, tutuklama daha sıkı şartlara bağlanmış ve bu surette kişi hak ve özgürlükleri daha fazla garanti altına almayı hedeflemiştir. Ancak yukarıda da izah edildiği gibi, durum bunun tam tersi olmuş, kanunun 5 yıllık uygulamasında tutuklu sayısında ciddi bir artış meydana gelmiştir. Uygulamada sıklıkla koşulları oluşmamış olmasına rağmen, ‘tutuklanmaz ise dışarıda başka suçlar işleyecektir’ düşüncesi ile tutuklamaya başvurulmaktadır. Başka bir deyişle, kişi kendisine isnat olunan suçla ilgili yapılan takibata ilişkin olarak değil; ileride işleyebileceği muhtemel bazı suçlar için bile tutuklanabilmektedir.

Bu anlamda tutuklamanın bir ‘şüphe cezası’ olduğunu ileri süren görüşler de vardır. Hâlbuki bu tip uygulamalar ceza muhakemesinin gayesine aykırıdır. Ceza muhakemesinin gayesi, sanığın cezalandırılması ya da sanığın korunması değildir. Ceza muhakemesinin günümüzdeki tek ve asli amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır.

Ceza muhakemesinin bir aracı olan tutuklama koruma tedbirinden elde edilmek istenen de aslen maddi gerçeği bulma olmalıdır. Aksine bir anlayış, eski bir zihniyetin bir ürünü olup; sanığın veya şüphelinin yakalandığı andan itibaren cezalandırılması gerektiği düşüncesini esas alan ve böylece masumluk karinesini de yok sayan bir anlayış olacaktır.

Ülkemizde tutukluluk sürelerinin birer infaz niteliğine büründüğü açıktır. Bu sürelerin sınırlandırılmasına ilişkin yasal düzenleme yetersiz ve yoruma açıktır. Bu sürelerin sınırlandırılması amaçlanırken eşzamanlı olarak yargısal süreçlerin kısaltılması, yargıdaki iş yüküne ilişkin de acil önlemler alınması gerekmektedir.

Kaynakça

[1] CENTEL, Nur/ ZAFER, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Yenilenmiş 5. Bası, Beta, İstanbul Ocak 2008 Sf: 326 [2] EKMEN, Mahmut/ÖZTOPRAK,Tamer/YILDIZ, Mustafa:

http://www.batmanbarosu.org.tr/dergi/goster.asp?p=2/tutuklama.htm [3] CENTEL, Nur/ ZAFER, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Yenilenmiş 5. Bası, Beta, İstanbul Ocak 2008 Sf: 326 [4] ÇAKMAK, Selçuk Güney: Tutuklama. www.hukukcu.com/ bilimsel/kitaplar/tutuklama.htm [5] MALKOÇ, İsmail: Yüksektepe,

Mert; Açıklamalar ve yorumlarla 5271 sayılı Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu, 2005, s.280 [6] CENTEL, Nur/ ZAFER, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Yenilenmiş 5. Bası, Beta, İstanbul Ocak 2008, s.349vd. [7] AVCI,

Mustafa: Ceza Yargılaması Hukuku Tarihimizde Koruma Tedbirlerinden Tutuklama, s.230vd. [8] DARENDE, Yeliz: 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunuyla Hukukumuza Giren Adli Kontrol Müessesesi İle Bu Bağlamda Yenilenen Tutuklama Müessesesi, s.45. 9 CENTEL, Nur/ ZAFER, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Yenilenmiş 5. Bası, Beta, İstanbul Ocak 2008, s.350 [10] YAŞAR, Osman: Uygulamalı ve yorumlu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, Ankara 2005, s.461. [11] http://www.abchukuk.com/haber/cmkornek.doc. [12] YAŞAR, s.462. [13] Gölcüklü- Gözübüyük, 2002,221 [14] MALKOÇ, MERT, s. 282. [15] KUNTER, Nurullah/YENİSEY, Feridun: Muhakeme Hukuka dalı olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Öset Kitap, Ankara Basım, Kasım 2005,s.365. [16] ÜNAL, Şeref s. 184. http://www.taa.gov.tr/serbestkursu/adilyargilanmahakki.doc [17] TEZCAN, Durmuş: s. 16-17-18. http://www.taa.gov.tr/serbestkursu/adilyargilanmahakki.doc [18] Y.M.B. 14.02.2002 tarih, Sayı:170. s.55-58. [19] İ.H.M. KARARLARI( 1887 yılı) Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını , s. 93-110

Sıkça Sorulan Sorular

Tedbir amaçlı tutuklama nedir?

Tedbir amaçlı tutuklama, bir kişinin suç işleme ihtimali veya kaçma riski olduğuna dair makul şüphe bulunması durumunda, soruşturmanın etkili bir şekilde yürütülebilmesi ve toplum güvenliği açısından tedbir almak amacıyla yapılan geçici bir tutuklamadır.

Tutuklama koruma tedbiri midir?

Hayır, tutuklama koruma tedbiri değildir. Tutuklama, bir kişinin suç işleme ihtimali veya kaçma riski olduğuna dair makul şüphe bulunması durumunda, geçici bir süre için gözaltına alınmasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Privacy Settings
We use cookies to enhance your experience while using our website. If you are using our Services via a browser you can restrict, block or remove cookies through your web browser settings. We also use content and scripts from third parties that may use tracking technologies. You can selectively provide your consent below to allow such third party embeds. For complete information about the cookies we use, data we collect and how we process them, please check our Privacy Policy
Youtube
Consent to display content from - Youtube
Vimeo
Consent to display content from - Vimeo
Google Maps
Consent to display content from - Google
Spotify
Consent to display content from - Spotify
Sound Cloud
Consent to display content from - Sound
Consult Now
Avukata Sor
Merhaba,
Altuntaş Avukatlık Bürosu olarak size avukatlık ve danışmanlık hizmeti sağlamaktan onur duyarız. Size nasıl yardımcı olabiliriz?
Bizi Arayın
Mersin avukat Mersin Avukat Adana Avukat Eskişehir avukat avukat web sitesi tasarımı En iyi seo uzmanı kartal avukat